İKİ GÖZÜM İKİ DENİZ FENERİ

Ülkemizde dahil olmak üzere, kapitalist uygarlığın hüküm sürdüğü bütün dünya ülkeleri hayatı katleden tuhaf bir deliliğin esiri olmuşlardır.

Esasında yürekler acısı olan kapitalist yaşam, ‘hayattan haz al’ diyen felsefeyi değil, ‘ıstırap çekmek için bu dünyada olduğunu’ öğreten bir eski inanışı pompalar hiç durmadan, ara vermeden… Gönlünce, zevk ve tutkularla yaşamayı ortadan kaldırıp, dur durak bilmeden çalışmaya mahkum eder insanları, bunu bir yaşam ideali olarak gösterir.

Bu beyin yıkama gösterimi hiç bitmez, ilk öğretimle başlar, hayatın sonuna kadar rekabet içinde, medya ile televizyon ile devam eder… Çalış, daha çok çalış, daha çok kazan, daha çok şeye sahip ol, daha çok paran olsun, daha çok malın olsun… Daha çok, daha çok, daha çok.

Milyonlarca eğitimli aydın insan bu deliliğin esiri olmuştur… Bu delilik çalışma ve kazanma hırsıdır… Yaşamsal güçlerini, yani ruh ve vücut sağlığını tüketmeye dek devam eden bir sonsuz kavga… Ama hayatımız sonsuz değil ki.

Çağımızın çalışma yüzyılı olduğu söyleniyor, öylemi acaba? Yoksa acının, sinir bozukluğunun, ruhsal ve bedensel çürümenin yüzyılını mı yaşıyoruz?

Pekala o zaman, bu çalışma ve kazanma baskısının serseme çevirdiği insanlardan, dikkatli bir özenle gizlenen, yaşam felsefesinin gündemde, gazetelerde, ekranlarda yer aldığını hiç gördünüz mü? Antik ve çağdaş filozofların sözcüsü olan bir felsefeciye ekranlarda hiç rastladınız mı?

Platon, Aristoteles, Epikuros, Plutarkhos gibi dev düşünürlerin yaşam yorumlarının ekranlarda yer aldığını hiç hatırlıyor musunuz?

Plutarkhos’a göre o çağlarda insanların hayranlığını kazanan ‘insanların en bilgesi’ olarak adlandırılan ‘Likurgus’ ne yapmıştı?

Yurttaşlarına gönlünce yaşamaları için kanunla tatil günleri vermişti ve bu günlerde çalışmayı yasaklamıştı.

Günümüze ışık tutan bütün antik çağ filozofları ve anadolu fosiologları (doğa bilginleri) fikirlerin köklerini evet hiç durmadan tartışıyorlardı, fakat sıra doğadan koparak, hayatı çalışarak geçirmeğe geldiğinde, bundan tiksinerek hemfikir oluyorlardı.

Günümüz kapitalizminin sosyologları, ahlakçıları, siyasileri, insan doğasını menfaatleri doğrultusunda saptırmışlar mahvetmişlerdir… Daha doğdukları andan itibaren aşırı tüketim ve israf ideali ile insanların bütün güzel yeteneklerini ve huylarını öldürerek, yalnızca öfkeli bir çalışma çılgınlığı içine itmişlerdir.

Babamı düşünüyorum… Bir iş adamıydı, seksen yaşına kadar çalışmış, sonra evine kapanarak 14 yıl ölümünü beklemişti… Son yıllarda unutkanlığı ilerlemişti, onu ziyarete gittiğimde, hemen her zaman ilk sorduğu şey “sen ne iş yapıyorsun?” olurdu.

-“Denizde yaşıyorum babacım” dediğimde “hayır o bir iş değil, ne iş yapıyorsun? diye sorardı yine.
-“Mutlu huzurlu yaşıyorum babacığım”
-“Hayır o da iş değil, ne iş yapıyorsun, ne kazanıyorsun?”
-“kazancım bana yetiyor babacığım”
-“hayır yetmez, ne kadar kazanırsan ihtiyacın o kadar artar”

Benim ihtiyacım banka cüzdanlarında değil, ihtiyacım gönlüm, sevgilerim, hayallerim… İhtiyacım Halikarnas Balıkçısı, ihtiyacım Sadun Boro…

Sevgisini kalplerimize emanet edip sonsuza giden Sadun Boro.
*
Ah be ustam
Yüzümü hasretine döndürdüm…
Seni bekliyorum.
Belki geri getirir diye bizi ayıran gemi.
Bak teknemin bütün ışıklarını söndürdüm.
İki gözüm hasretlerde, iki deniz feneri.
*
Acılardan korkmuyorum, gözyaşlarım cesurca iniyor…
Ben bu gün hala çalışıp, resimli romanlar yapıp, dizi filimler çekeceğim diye yırtınıp durmuyorsam, daha çok çalışıp, kendime daha ve daha yeni hedefler koyup, kendi kendimi yiyip bitirmiyorsam… Hayatını korunmasına adadığın sevgili Gökova’nda mutlu ve mesut yaşıyorsam, ah be ustam bütün bunlar senin yüzündendir.. Ah be ustam

Sadun Boro denen o şifacının yüzündendir… Sadece ben mi? Sen var ya Ustam, sen, kadın erkek pek çok aydın insanı çalışma ve kazanma hırslarından kurtarıp, mutlu dünyanın çocukları yaptın.

Sen var ya sen, ama sen bizi bırakıp gittin be ustam.

Sen sadece tam takır bir tekne ile dünyayı gezen ilk Türk denizcisi ve ömrünü Gökova’nın korunmasına adamış bir ideal insanı değilsin… Ben dahil, yüzlerce insanı kapitalizmin köleliğinden şehirlerin kalabalık ölümünden kurtarıp, yaşanabilir mutlu bir dünyanın, hem de elimizden tutarak, yolunu gösteren, moral ve neşe veren bir şifacı bir çağdaş filozoftun.

Bu değeri farkında olan ve sunduğun hayatı yaşamakta olan biz deniz çocukları şimdi sensiz kaldık be usta… Buna katlanmak alışmak kolay mı sanıyorsun.

Ah be Usta
Sürekli bir hicran var içimde.
Denizlerin ruhu seninle gömüldü.
Denizler zehir gibi acı,
iskeleler cansız.
Artık her şey bir başka biçimde.
Usta nerdesin?
Biliyorum, yaşamla sonsuzluğun
Birleştiği yerdesin.
Ama bak martıların seni arıyor.
Hiç gelmeyecek misin?

Haldun Sevel Hoca bundan böyle “SG Yelken” bölümümüzde ‘Rüzgar Baba’ isimli kendi köşesinden; röportajları, yazı ve haberleriyle bizlerle birlikte olacak. Vermiş olduğu destek için cok teşekkür eder ona SG ye...
Haldun Sevel

Bizi Sosyal Medyada Takip Edin !




https://www.sualtigazetesi.com/wp-content/uploads/image-2-3.png