Değerli sualtı dostları size bu röportajımda, özgür yunuslar, özgür dalgıçlar etkinliğinin mimarlarından Öykü Yağcı’yı tanıtmak istiyorum !Öykü’yü bu etkinlik içinde televizyonlardan ve sanal ortamdan tanıyanların onun hakkında daha fazla bilgi edinmesini istedim. Her şeyden önce şunu söylemeliyim ki Öykü tam bir hayvansever ! Bunun yanında tam bir sualtı tutkunu.
Birlikte çalışırken dikkatimi en çok çeken şey, Öykü’nün konuya odaklanışı oldu. Çok iyi bir ekip arkadaşı. Soğuk şakalarıma dahi olgunlukla katlandığı için ona çok teşekkür ediyorum.
Şimdi hemen Öykü’ye dönmek istiyorum, sevgili Öykü bize sualtı dünyasına girişin nasıl oldu? Ve bize biraz kendinden söz edermisin, bize biraz kendini tanıtır mısın?
Aslında şu anda sualtına pek girebilmiş değilim! Gayet amatörüm bu konuda… Kış boyunca karada olmanın verdiği ağırlığı atma hayalleriyle şimdilik Eylül’ü bekliyorum. Ama denizde zaman geçirmek için bir haftanın yeteceğini de sanmıyorum çünkü bana kalsa, teknik anlamda yeterliliğim ve malzemem olsa, bir de biraz mantıklı olsa, bir dalışta 3-5 saat sualtında kalabilirmişim gibi hissediyorum ve istiyorum da! Belki de bu ayakları yere basmaz haller, ilk dalışlarımın kısa ve acısız olması nedeniyle… Ama geçen yaz ilk CMAS yıldızımı aldım. Yaklaşık 3 senedir planlayıp bir türlü denk getiremeyip en sonunda ancak 2009 yazında sualtına inebildim…
Dalış yapmayı istemem de aslında her şeyin ötesinde merak duygusu… Çocukken de TV belgesellerini ekranın hemen dibinde ağzım bir karış açık izler, başka dünyalarda yaşamak, başka yerleri keşfetmek isterdim. Dalış, benim için, suyun verdiği ferahlık hissinden tutun da, deniz canlılarına olabildiğince yakın olmak ve onların yaşam alanına zarar vermeden girebilmek, hayatın hassas detaylarını ve dengelerini daha fazla kendimce takdir edebilmek için bir yoldu.
Çoğu zaman “keşke biyolog olsaydım” diye içimden geçiriyorum bu yüzden ve her çekime gittiğimde, daha çok, kendi kendime şikayet ediyorum ama yine de hep sevdiğim bölümleri okumaktan mutluyum. Gerçi bu hayatta hep başka şeyler de olmak istedim; astronottum önce, sonra uzay doktoru diye bir şey uydurdum, sonra da veteriner mi olsam dedim. Sonunda yine istediğim bölümleri, İngiliz Dili ve Edebiyatı ve üstüne Sosyal Antropoloji yükseklisansı okuyup hepsini geride bıraktım. Şimdi İZ TV’de belgesel içerikli bölümler hazırlıyorum.
Bu arada 1980’in Şubat ayında süper bir aileye doğmuşum. Şu anda, 4.5 yaşında muhteşem bir yeğenim, Nanik ve Nanook adlarında iki çılgın köpeğim ve Püskül’le Nokta adında iki şaşkın kedim var. Hektor’um ise ailemle birlikte.
Sırf bu nedenden, düzensizlikleri düzeltebileceğimize olan inancımdan, harekete geçmeden, sessizce herşeyi kabullenerek bozuk sistemin değişmeyeceğine olan görüşümden dolayı, gönüllü olarak HAYTAP’a elimden geldiği kadar destek olmaya çalışıyorum. Daha çok sirkler ve hayvanat bahçeleri gerçeği üzerine eğilmeye çalışıyorum. Şu anda yunus parklarına ve akvaryumlara dair gelişmeleri takip ediyorum ve hem HAYTAP’la, hem de konuyla ilgili diğer arkadaşlarla birlikte konuya yasal boyutta da, eylem boyutunda da yön vermeye çalışıyoruz. Aynı şekilde Barınak Gönüllüleri Derneği BGD’nin çalışmalarına ve STK’lar dışında ihtiyacı olan tüm hayvanlara, yetişebildiğim kadar yardımcı olmaya çalışıyorum.
Bu arada da maalesef aklıma hayalime asla gelmeyecek veya mantığıma bir türlü sığmayacak hayvan hakları ihlallerine ve vahşetlere tanık oluyorum, duyuyorum veya okuyorum. Maalesef derken aslında “iyi ki de” demek lazım çünkü bunlar, bana daha fazla savaşma gücü ve isteği veriyor! Bir yandan da değiştirmek için gereken bilgiyi, altyapıyı ve deneyimi toplamaya çalışıyorum çünkü her yeni sorun, gerçekten de yeni bir çözüm getirmek zorunda.
Bu işin en iyi yanı, Türkiye’de varolduğunu bile bilmediğin insanlara, hayvanlara, doğaya ve çalışmalara tanık olmak. En heyecan verici tarafı bu bence…
Karşılaşılan güçlükler nedir?
Sorumlu yerine bazen yapım “sorunlusu” olduğumuz durumlar oluyor tabi, klasik! Bunun, beraber çıktığın ekibin aynı odak noktasında ve istekte olmama ihtimaline dair kronik sıkıntılarından çok, sisteme ve Türkiye’de belgesel içerikli yapımlara karşı tutumdan kaynakladığını söyleyebilirim. TV kanallarına ceza olarak belgesel yayınlatan bir zihniyetin hakim olduğu bir ülkede bu alanda çalışmak, tüm ekipler için çok zor. Üstüne üstlük, belgeseli, sinema-reklam çekimlerinden ayırmayan reyting çılgını potansiyel sponsorlardan tutun da, ilgili bakanlıklardan çıkan günlük 900 TL’lik çekim izinlerine ve toplumu uyutmaya çalışan yöneticilere kadar herşey güç.
Aynı zamanda belgeselin bir tür olarak algılanışı ve uygulanışı da bir yandan etkiyi azaltıyor. Zamansızlık, maddi güçlükler ve televizyona iş yetiştiriyor olmaksa, biraz da belgeselin ruhunu baltalıyor gibi hissediyorum çoğu zaman.
SUALTI Gazetesi hakkındaki düşüncelerin?
Sualtı Gazetesi’ni HAYTAP’tan en bir aktivist arkadaşım Ege’yle tanıdım (Sakin Bitikli). Gecenin bir yarısı röportaj yetiştirme dertlerini okuyarak, birbirinize laf yetiştirmelere arada bir ben de karışarak Sualtı Gazetesi ekibini tanıdım ve gazeteyi ilk o şekilde okudum ilk önce (galiba işe yarıyor!). Geçen seneydi ilk Sualtı Gazetesi keşfim.
Sualtı Gazetesi, kesinlikle etik değerlerini çok iyi belirlemiş, bağımsız ve özgün bir bakış açısına sahip harika bir oluşum bence. Bir kere suyun altıyla ilgilenen Türkiye’de kaç gazete var?! Buradan yola çıkarsak, benim ilgi duyduğum dünyaya en saygılı biçimiyle yaklaşan, her yerden kolaylıkla ulaşılabilen, çok mütevazı ve bilgili bir ekibi olan ama gerektiğinde tepkisini koyup etkisini en iyi biçimde verebilen ender yayınlardan. Benim için şu anda sualtıyla ilgili en zengin kütüphanelerden biri!
Benim sualtında yaşadıklarımı Sualtı Gazetesi, galiba benim gözümdeki kendi tanımlamasını barındırıyor: Sualtında çok rahatım ve içerideki tüm sesleri seviyorum. Tüp olmadan, yaz tatilcisi tadında yüzerken bile, suyun altından gelen çıtırtıları, hareketliliği duymayı seviyorum. Birçok kişi için sıradan bir balığı görünce bile önce heyecanlanıp sonra sakinleşip en sonunda da onun hareketlerini izlemeyi seviyorum. Muhtemelen bunlar amatör bir dalgıcın (ya da dalıcının-hangisi doğruysa :)) ilk heyecanları ama 500 kez de dalsam herhalde aynı duyguları yaşarım. Çünkü sualtında deniz canlılarıyla beraber aynı ortamda olduğumu bilmek, onların dünyasında sadece bu aletlerle hareket edebileceğimi, onlara hükmedemeyeceğimi ve yukarıdaki dünyayla arama güzel bir mesafe koyduğumu bilmek, beni daha fazla bu evrene ait hissettiriyor. Daha küçük ama daha ait… Tıpkı Sualtı Gazetesi gibi…
Etkinlik hakkındaki düşüncelerin nedir?
“Özgür Yunuslar, Özgür Dalgıçlar” etkinliği, Ege’deki bir tür kıvılcımla ortaya çıkan müthiş bir etkinlik. Biraz hızlı ve hazırlıksız yakalandığımız doğru bu etkinliğe. Yetiştirmek için çok uykusuz kaldık, çok debelendik ve çokca “radyasyon” ve stres yüklendik! Ama ilk aşama için hepsine değdi çünkü fikir eyleme dönüştüğünde, aynı ortak amaca ulaşmaya çalışan insanlar bir araya geliyor ve işte o zaman farkındalık yaratabilmek için ilk adımı atmış oluyoruz. Belki de, hayvanların çektiği acıların duyurulabilmesi dışında, en büyük faydalarından biri bu oldu etkinliğin: Tek bir amaç doğrultusunda birbirini tanımayan insanlar bir şekilde bağlantı kurdu. Şimdi artık en azından kim, hangi konuda, nasıl destekler, biraz fikrimiz var. Mersin’den Çanakkale’ye, İzmir’den Antalya’ya kadar yüzlerce dalgıcın, insanın yunus parklarının ve akvaryumların kapatılmasına destek olduğunu bilmek, varolan sistemi değiştirebilmek için çok sağlam bir inanç kapısı.
Ama sonrası için devam edecek manevi destek her şeyden daha önemli. Çünkü deniz canlılarının tutsak edildiği bu hapishanelerin kapatılması için çok daha büyük ve planlı etkinlikler, girişimler düşünüyoruz.
Yalnızca bu değil; denizlerimize ve içinde yaşayan, tüm ekosistemi etkileyen canlılara dair doğru düzgün devlet politikaları, doğru düzgün devlet uygulamaları talep edeceğiz. Yetkili bakanlıkları, görevlerini yapmaya zorlayacağız. Zaten HAYTAP olarak bunun üzerinde şu anda çalışıyoruz. Ama hukuki boyutta, insanları bilinçlendirme konusunda neler yapılması gerekiyorsa da yapacağız. Ben inanıyorum; bu sistem o veya bu şekilde bir gün evrilecek! Yeter ki her birimiz öğrenmeye ve eldeki bilgiyle savaşmaya açık olalım.
Bunun bir örneği de, yakında, 1 Ağustos Pazar günü İstanbul’da olacak. “Özgür Yunuslar, Özgür Dalgıçlar” etkinliği, çok daha kapsamlı bir biçimde Suadiye Sahili’nde yapılacak. Havada, karada ve suda hayatın detaylarına önem veren ve her canlının yaşamına saygı duyan ve gerektiğinde sırf bunun için savaşacak herkesi büyük bir heyecanla bu etkinliğe çağırıyoruz!
Bu arada eylemin odak noktasını yunuslar olarak belirledik çünkü en yakınımızda onlar var ve parklarda en çok onları görüyoruz. Ancak alt metinlerde ve fikrimizin tüm temelinde havuzlarda ve akvaryumlarda esaret altında gösteri yapmaya zorlanan deniz aslanları, foklar, köpekbalıkları, mantalar ve diğer türler var… Bu etkinlik, standartların iyileştirmesini tartışmıyor. Bu etkinlik özgür doğan ve özgür yaşaması gereken tüm canlıları kapsıyor aslında!
Sence etkinlik ile ilgili zaman ne getirecek?
Zaman, bir kere bilinci farklı kesimlere, gittikçe büyüyerek taşıyacak. Yalnızca bizim etkinliğimizle değil tabi. Birçok kişinin, grubun, platformun farklı farklı girişimleriyle… Ortalama bir hayvanseverin bile yunus gösteri merkezlerinin, yunus rehabilitasyon kisvesinin ardındaki gerçekleri bilmediğini düşünürsek, öğrenecek daha çok şeyimiz var. Bizim de… Örneğin, ben bir köpeğin tecavüze uğrayabileceğini daha ancak 3-4 sene önce öğrendim. Önceden aklımın ucundan bile geçmezdi; duysam da bunun gerçekliğine inanmazdım! Hala da inanamıyorum, o ayrı ama bu da bunun gibi bir şey… Yani ortalama bir vatandaş, yunus gösteri merkezine bilet alırken, aslında dünyanın bir ucundaki yunusların kanıyla birlikte bir kan gölünde onlarla yüzmeye gittiğini, Türkiye sularında avlanmış yunuslarla yüzdüğünü bilmiyor! Kaç kişi yunusların tutsaklık nedeniyle bir süre sonra intihar edebileceğini biliyor? Ya da kaç kişi, o akvaryumlarda tutsak edilen deniz canlıları gibi, kendini ufacık bir odada, aç bırakılarak eğitildiğini ve o şekilde hayatının sonuna kadar “yaşayan ölü” olarak kaldığını hayal ediyor, empati kuruyor? Biz bu parklara gitmezsek, onları ekonomik sekteye uğratabiliriz ve bir süre sonra bu hayvanlar üzerinden milyon dolarlar kazanamadıkça, yavaş yavaş, tek tek kapanacaklar!
Zaman gelecek, onları bizim dünyamızda tutsak etmeyi değil, onların dünyasında özgürce misafir olmayı isteyeceğiz. Ve zaman, yetkili kurumların, bakanlıkların baskı altına alındığı bir dönemi getirecek. Bu 5 yıl olur, 10 yıl olur, 50 yıl olur, bilmiyorum. Ama sonunda olur! İnanıyorum.
Bu harekete hayat veren, devam ettiren, pes etmeyen, motive eden Ege Sakin Bitikli’ye, Gökhan Karakaş’a, Didem Gürer’e, Ahmet Kemal Şenpolat’a, Şule Baylan’a, Hakan Tiryaki’ye ve sana çok teşekkür ederim… Ekip sağlam diyorum! Ayrıca bize her şartta destek veren, tüm dalış okullarına ve bireysel destekçilere de… İyonosferden bile dünyaya yansıyacak sesimizle çok daha fazla kitleye ulaşıp bu hayvanların sesini bir gün duyuracağız!
Sevgili Öykü, zaman ayırdığın için çok teşekkür ederim. Çalışmalarında başarılar dilerim !
Bilal Karataş