Prof. Dr. Mustafa SARI, Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Öğretim Üyesi
www.mustafasari.org, msari@bandirma.edu.tr
Marmara Denizi’nde altı ay önce başlayan müsilaj, her gün yoğunlaşarak yayıldı ve yüzeyden dibe bütün denizi örümcek ağı gibi sardı. Müsilajın yeniden ortaya çıktığı günden beri yapılan bilimsel uyarılara rağmen uygulayıcılar sorumluluğu birbirlerine atarak müdahaleyi başkasından beklemeyi sürdürdü. Marmara Denizi’nde şimdiye kadar yaşanmış en önemli ve yaygın ekolojik felaket olan müsilaj ile ancak tüm tarafların bir araya gelerek siyaset üstü davranmasıyla mücadele edilebilir.
Müsilajı, iklim değişikliğine bağlı olarak tüm dünyada gözlenen deniz yüzeyi sıcaklıklarındaki artış, Marmara Denizi’nin dikey karışımları sınırlandıran orijinal kararlı, durağan yapısı ve denizde azot-fosfor dengesini bozan yoğun kirlilik tetiklemektedir. Bu üçlü tetikleyici bir arada bulunduğunda normal şartlarda fotosentezle oksijen üreten algler, ortamdaki azot-fosforu tüketmek için aşırı çoğalarak ortaya çıkan stres koşullarında deniz suyuna yoğun olarak polisakkaritler salgılamaktadır. Genellikle sonbahar aylarında başlayan bu süreç, suların ısındığı ilkbahara kadar yüzeyden itibaren 30 m derinliğe kadar suyun altında devam etmektedir. Deniz yüzey suyu sıcaklığı artınca oluşum süreci hızlanmakta, diğer çevresel parametrelerin de uygun olduğu durumlarda müsilaj yoğun olarak deniz yüzeyini kaplamaktadır.
Müsilaj ekolojik, ekonomik, sosyo-psikolojik etkilerileri başta olmak üzere çok boyutlu olarak ekosistemi ve insanları etkilemektedir. Yüzeye çıkıncaya kadar kimsenin dikkatini çekmeyen müsilaj, ilkbahar aylarında sarı, açık kahve tonlarında deniz yüzeyinde görülünce şok etkisi yaratmakta, tüm dikkatler bir anda denize çevrilmektedir. Oysa oluştuğu günden itibaren dibe çökerek pinaları, mercanları, süngerleri ve deniz dibinde sabit yaşayan diğer canlıları öldürmektedir. Denizin akciğerleri sayılan deniz çayırlarının üzerini kaplayarak gelişimi durdurmakta, kayıplara neden olmaktadır.
Denizle kurduğumuz yanlış ilişkinin bir sonucu olarak ortaya çıkan müsilaj, üçlü tetikleyiciden en az biri devre dışı kalıncaya kadar sürmektedir. Yüzeye çıktığı anda deniz çöpü temizleme tekneleri, vidanjörler, kepçeler, vb. araç-gereçle kıyılardan toplanarak görsel kirlilik ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Su sıcaklığına bağlı olarak hızı değişen müsilaj oluşum süreci, genellikle temmuz ortasından itibaren ortamdaki azot-fosfor azaldığı için yavaşlayarak yüzeyde görünmez hale gelmektedir. Bu aşamada yerel ve merkezi yetkililer müsilaj mücadelesinin başarıya ulaştığı açıklamaları ile yeni bir müsilaj oluşumuna kadar müsilajı ortaya çıkaran şartları yok saymayı sürdürmektedir.
Müsilaj bir sonuçtur. Müsilajsız günlere ulaşmak için üçlü tetikleyici mekanizmadan en az bir bileşenin eksilmesi şarttır. Deniz yüzeyi sıcaklıkları iklim değişiminin, kararlı ve durağan deniz şartları Marmara’nın orijinal yapısıyla ilgili olduğunu dikkate aldığımızda ikisi de kontrol dışı tetikleyici faktördür. Bu durumda müsilajın önlenmesi için tek kontrol edilebilir faktör Marmara Denizi’nin kirlilik yükünü azaltmaktır. Diğer bir ifadeyle denizi kirletmeye devam edildiği sürece müsilaj oluşumu daha sık ve daha yoğun şekilde önümüzdeki yıllarda da sürecektir.
Müsilajın yüzeye çıkmaya başladığı son günlerde özel sektör ölü taklidi yapmaya devam etse de yerel ve merkezi yöneticilerin çözüme yönelik açıklamalarının arttığını görüyoruz. Bu açıklamaları ve iyi niyetle çözüm arayışını takdirle karşılıyoruz. Ancak dile getirilen bazı çözümlerin oldukça ciddi tehlikeler içerdiği göz ardı edilemez. Örnek olarak müsilaj oluşumunda endüstriyel kirliliğin iki sembolünden birisi olan (İlki kuşkusuz Ergene Nehri) Nilüfer Çayı’nın Bursa kent merkezinden itibaren borularla Marmara Denizi’ne ulaştırılması fikri verilebilir. Çayı kirleten kaynakların durdurulması, arıtma tesislerinin etkin çalışmasının sağlanması, herkesin bildiği ama yine hep birlikte görmezden gelinen kaçak deşarjların engellenmesi yerine, çayın üzerinin kapatılması veya borulara alınması ekolojik olarak Nilüfer Çayı’nın bir atık kanalına dönüştüğünü kabul etmek anlamına gelmektedir. Nilüfer Çayı, Bursa kent merkezine girişte 16 mg/l çözünmüş oksijen ile birinci sınıf su kalitesine sahipken, kentin içinden çıkarken suyun çözünmüş oksijen içeriği 0,14 mg/l’ye düşerek dördüncü sınıf suya dönüşmektedir. Nilüfer Çayı’na her ne oluyorsa yaklaşık 30 km içinde olmaktadır. Kentteki bütün sanayi kuruluşlarının atıkları ile evsel atıksu arıtmama tesislerinin kent içinde Nilüfer Çayı’na deşarj edildiği ortada olduğuna göre, çayın kirlenme nedeni de herkesin bildiği ama kimsenin açıkça dile getirmediği bir “AÇIK SIR”a dönüşmektedir. Bunun çözümü Nilüfer Çayı’nı cezalandırmak anlamına gelen kapalı borular, tünellerle kirli suyu Marmara Denizi’ne ulaştırmak değil, kirletenlerin, denetleyenlerin, arıtmayanların sorumluluğunu yerine getirmesini sağlamaktır.
Marmara Denizi’ni müsilajdan kurtaracak sihirli bir formül yoktur. Çare elimizdeki kontrol edilebilir tek tetikleyici olan kirlilik yükünü azaltmaktır. Marmara Denizi çevresinde evsel atıklar en iyi olasılıkla %50, endüstriyel atıklar yine en iyi olasılıkla %30 oranında arıtılırken tarımsal atıklar, zehirler hiç arıtılmamaktadır. Yanlış kıyı kullanımından aşırı balık avcılığına, çamur dökülerinden denizcilik atıklarına kadar Marmara Denizi ekosistemine zarar veren tüm uygulamalar değişmeden sürmektedir. Bu şartlarda müsilajın geri dönmemek üzere ortadan kaldırılması hayal olduğu gibi her yıl tekrar eden bir rutine dönüşmesi daha büyük olasılık olarak önümüzde durmaktadır.
2021 yılında Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanımızın öncülüğünde Marmara çevresindeki 7 ilin belediye başkanı, valisi ve TBMM Çevre Komisyonu Başkanı tarafından imza altına alınan 22 eylemden oluşan MDEP uygulamaya konulmuştu (https://webdosya.csb.gov.tr/db/marmarahepimizin/eylemplani/). Üç yıl içinde Marmara çevresindeki bütün atıksu arıtma tesisleri ileri biyolojik arıtmaya dönüşecekti. Ancak 2024 yılı ortasında yapılan Koordinasyon Kurulu toplantısından öğrendiğimize göre buradaki başarımız %0,7 civarındadır. Yani ileri biyolojik arıtmaya geçme konusunda son derece başarısız olmuşuz https://webdosya.csb.gov.tr/db/marmarahepimizin/menu/v_20240703121706.pdf ). Diğer bir ifadeyle MDEP’in ortaya çıkma nedeni olan Marmara’nın kirlilik yükünü azaltamamışız. Marmara Denizi’nin bütün olarak özel çevre koruma bölgesi ilan edilmesi başta olmak üzere çok başarılı planlama ve yasal düzenlemeler takdire şayan başarılardır. Ancak esas olan bunların uygulanarak denizin kirlilik yükünün azaltılmasıdır.
Müsilajı önlemek için yeni, dikkat çekici veya müthiş teknoloji içeren çözümlere değil, MDEP’in uygulanması için siyaset üstü bir yaklaşıma ihtiyaç olduğu açıktır. Aynen 2021 yılında olduğu gibi Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanımız acilen Marmara Denizi çevresindeki Belediye Başkanlarımızı ve Valilerimizi bir masa etrafında toplamalı, MDEP’te atılan imzaların gereğinin neden yerine getirilemediği açıkça tartışılmalı ve Marmara Denizi’ni müsilajsız günlere ulaştıracak işbirliği anlayışı yeniden kamuoyu ile paylaşılmalıdır.