01 Nisan 2015 Çarşamba
– OLAY SALCAN- turizmhaberleri.com/ Ankara
BURAM BURAM ANADOLU DİZİSİ:
DOĞANIN ŞAHESERLERİ
DUPNİSA VE KAKLIK MAĞARALARI
TurizmHaberleri.com ‘da yayınladığım yazılarımın birisinde sizlere daha evvel Tokat’ın Ballıca Mağarası’ndan söz etmiştim. Bu yazımda da Trakya Bölgesi’nde yaptığım gezi sırasında Dupnisa Mağarası ile Denizli’yi ziyaret ettiğimde görme fırsatını bulduğum Kaklık Mağarası’ndan bahsedeceğim.
Gerçekten de doğal yapısından dolayı Anadolu, yer altı mağaraları açısından son derece zengin bir yer. Ziyarete açılmış mağaraların yanında daha birçok mağara da ziyarete açılmamış vaziyette. Bu gibi mağaraların ziyarete açılmasının doğru olup olmadığı tartışılan bir konu. Bir kısmı, ziyarete açmanın doğaya ve doğal yaşama zarar verdiğini belirtirken; diğerleri insanların Türkiye’yi ve doğal ortamı tanımaları, bölgenin cazibe merkezi olmasına katkı sağlayacağı için daha fazla turist çekebileceği ve turizmi çeşitlendireceği açısından faydalı buluyorlar. Bu tartışmalar hep sürecektir. Ancak ziyarete açılan bu mağaralarda yapılan düzenlemeler olmasaydı bizim de bunların içerisine girip görme şansımız olmayacaktı. Her neyse bırakalım onlar tartışmaya devam etsinler, ben sizlere her iki mağara ile ilgili izlenimlerimi aktarmaya çalışayım.
DUPNİSA MAĞARASI
Trakya bölgesine yaptığım gezide en merak ettiğim yerlerden birisi olan Dupnisa Mağarası’nı gezmeye gidiyorum. Mağara, Kırklareli’nin 58 kilometre kuzeydoğusunda Demirköy ilçesi Sarpdere köyü yakınında. Mağaraya gitmek için ana yoldan ayrıldıktan sonra sık Yıldız Ormanları’na ulaşıyorum. Son derece sık meşe ağaçlarından oluşan ormandaki ağaçların boyu, 20 ila 30 metre arasında değişiyor. Bazen gökyüzünü göremeyeceğim kadar yüksek ve sık oluyorlar. Yemyeşil bir ortam. Etrafımızı duvar gibi kaplayan ağaçların arasından geçerken, rüzgarın dallarda çıkardığı sesi dinlemek ve orman havasını solumak bile büyük bir keyif. Biz böyle yeşile, temiz havaya alışmamışız. Bazen böyle güzel görüntüler ve temiz hava bizi çarpıyor. Bu kadar yüksek meşelere başımı kaldırıp bakarken de başım dönüyor. Benim bildiğim meşeler, bodur olur. Ya bizimkilerde ya da bunlarda bir gariplik var.
Sonunda mağaranın bulunduğu yere geliyorum. Geniş bir alan var ve aracımı rahatlıkla park ediyorum. Hemen karşımda, derenin diğer tarafında bir çay bahçesi görüyorum. Şimdilik bahçeyi düşünmüyorum, daha sonra. İlk önce mağarayı gezeyim zaman kalırsa belki.
Bilgilere göre; toplam uzunluğu 3200 metre olan mağaranın üç girişi var. Girişten itibaren ilk 1000 metre uzunlukta dere akmakta. Bu dere, daha sonra Türk-Bulgar sınırını oluşturan Rezve Deresini meydana getirmekte. Girişlerden birincisi, Dupnisa Dolin girişi; ikincisi, kuru mağara olup iki ayrı girişle başlıyor. Kollardan biri, 456 metre; diğeri, 363 metre uzunlukta. Üçüncü girişe Kız Mağarası adı verilmiş.
Suyu yaz mevsiminden dolayı az olsa da akan derenin geliş istikametine ve mağarayı gösteren işaret levhasına baktığımda derenin mağaranın içerisinden gelen dere olduğunu anlıyorum. O tarafa doğru da yürümeye başlıyorum. Toprak ve zaman zaman da kayalık bir patika yoldan biraz yukarıya doğru ilerliyorum.
Dupnisa Mağarası’nın ağzından içeri girdiğimde karşılaştığım soğuk hava nedeni ile biraz üşür gibi oluyorum. Ne de olsa dışarısı otuz dereceye yakın. Vücudum çok kısa bir süre içerisinde uyum sağlıyor. Gözlerim de, loş ışığa. Loş diyorum, çünkü beton yürüyüş yolu boyunca aydınlatma yapılmış. Hiçbir sıkıntıya düşmeden ilerliyorum. Yol bazen düz, bazen de yükselerek ve alçalarak devam ediyor.
Etrafım, sarkıt ve dikitlerle sarılmış durumda, son derece güzel görüntüler var. Aydınlatma nedeni ile bunların arasında oluşan gölgeler, şaşırtıcı bir güzellik katıyorlar. Ayrıca da gizemli bir hava yaratıyorlar. Bu canlı bir mağara, çünkü hala yukarıdan akan suların parıldayan damlaları sarkıt ve dikitleri oluşturuyorlar. Yürüyüş yolunun iki tarafından akan suyun şırıltısı da bu güzelim manzaranın fon müziği gibi. Şu anda bulunduğumuz yer mağaranın birinci katı. Bazen kayalar çok daraldığından vücudumu koruyarak dikkatli bir şekilde yan yan geçiyorum. Zaman zaman da alçalıyorlar, başımı eğmek zorunda kalıyorum.
İkinci kata yaklaştığımı bir merdivenle karşı karşıya geldiğimde anlıyorum. Merdivenleri tırmanmaya başlıyorum. Yukarıdan bakınca her şey çok başka güzel. Işıkların suya ve taşlara vuran yansımaları ile mağarayı gezmeye gelenlerin sudaki yansımaları buraya çok değişik bir hava veriyor.
İkinci kata geldiğimde sarkıt ve dikitlerden oluşan salonlar çok güzel görünüyorlar. Burada akan dere yok, ama aşağıdan akıp giden derenin sesini duyabiliyorum. Başımın üzerinde tavana yakın uçan bir çok yarasa görüyorum. Bunlar, ziyaretçileri görmekten sevindikleri yoksa kızdıkları için mi hızlı hızlı uçuşup duruyorlar anlayamıyorum. Bu doyumsuz manzarayı izleyerek biraz daha yürüyor ve gideceğim yere kadar gidiyorum. Yolun sonuna geldim, geri dönüyorum. Geldiğim yoldan dönerken gördüğüm yerleri bir kere daha tersten film seyreder gibi seyrediyorum.
KAKLIK MAĞARASI
Pamukkale’yi gezdikten sonra Ankara’ya doğru ilerlerken birden karşıma çıkan Kaklık Mağarası işaret levhasının ısrarlı işaretini görüyor ve direksiyonu o tarafa doğru kırıyorum. Çok geçmeden de Kaklık Mağarası’nın önündeyim. Aracımı park ettikten sonra mağaranın kapısından içeri giriyorum.
Honaz İlçesi Kaklık Beldesi hudutları içerisine bulunan mağaranın oluşumuna yer altında akan büyük bir derenin meydana getirdiği yer altı boşluğunun çökmesi neden olmuş. Ortaya da görülmeye değer ilgi çekici özelliklere sahip bir doğa harikası ve güzelliği çıkmış.
Kuzeybatı-güneydoğu yönünde 65 metre, kuzeydoğu-güney batı yönünde 40 metre uzunluğunda olan Kaklık Mağarası’nda ilgimizi çeken en büyük özellik büyük bir traverten kitlesi. Diğer bir özelliği de burasının Pamukkale’ye çok benzer bir yapıda olması. Sanki yer altında Pamukkale’nin bir minyatürü. Doğaya ve doğanın yarattığı bu sanat eserlerine hayran olmamak ve saygı duymamak mümkün mü? En büyük usta, hiç kuşkusuz doğa.
Pamukkale travertenlerine benzer bu travertenler, mağaranın yakınlarında bulunan Kokarhamam Pınarı sularının mağaraya şelaleler halinde akması sonucunda oluşmuşlar. Mağaranın duvarlarından şelaleler halinde gelen suların yarattığı güzel görüntüye ilave olarak bu akan sular, halihazırda travertenlerin oluşumunun devamını sağlamakta.
13×11 metre genişliğinde ve daire şeklinde girişinden aynı zaman da gün ışığı da girmekte. Bu nedenle de travertenlerin gün ışığını gören bölgelerinde yosun ve küçük sarmaşıklar görmek mümkün. Bu da, mağaraya alışılmadık, hoş bir görüntü katmakta.
Mağaradan ayrılıp Denizli-Ankara yoluna çıktığımda işaret levhasına el sallayarak teşekkürlerimi sunuyorum. Yüzündeki gülümsemeden ziyaretimden ne kadar mutlu olduğunu da anlayıp yoluma devam ediyorum.
Yeni bir yazımda buluşuncaya kadar hoşça kalınız.
Saygılarımla.
olay.salcan@gmail.com
www.olaysalcan.com
Kaynak: turizmhaberleri.com