“Türkler denizci bir millet midir, yoksa hiç bir zaman denizci olamamış bir halk mıdır?” soruları adeta bir kördüğüm gibi sıklıkla önümüze konulan bir bilmecedir. Bu soruya herkesin kendince bir yanıtı vardır elbette ama en doğru yanıtı tarihin derinliklerinde bulabiliyoruz. Bulunan yanıtlar üzerinden kesin hükümler vermek yerine, denizcilikle ilgili zaman zaman büyük atılımlar yapmış, bazı zamanlarda ise büyük yıkımlar, trajediler yaşamış bir halkın denizle ilgili geçmişini doğru okumak ve bu geçmişten günümüze dersler çıkarmak daha doğru geliyor…
Bugün kendi alanım olan deniz biyolojisi konusunda Türk bilim insanlarının uluslararası alandaki başarıları hiç de azımsanacak ölçüde değil. Bu, daha çok zamanın getirdiklerini kavrayıp özümseyebilmekle ilgili sanırım.
Geçmişe bakıldığında da Türklerin Anadolu’ya gelmesinin hemen ardından erken Beylikler döneminde Ege’de Çaka Bey ile başlayan denizcileşme öyküsü, Ege adalarının kontrol altına alınması, tersaneler kurulması ve denizcileşme yolunda adımlar atılmasını içeriyor. Anadolu Selçuklu döneminde Antalya, Alanya, Sinop gibi kıyı kentlerin alınmasıyla birlikte güçlenen tersanecilik, denizcilik tarihimizde ikinci Beylikler, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde sürüp gidiyor. Bu tarihin satır araları inişli çıkışlı kuşkusuz; kimi zaman destanlaşan zaferler, kimi zaman da hala hüzünle anılan büyük yenilgiler ve yıkımlar var. Buna karşın her durumdan vazife çıkarmayı bilen, düştüğü yerden ayağa kalkmayı acı tecrübeyle öğrenen bir denizcilik geçmişi bu…
Bilal Karataş’la birlikte hazırladığımız Deniz Müzeleri programında bu hafta Türklerin denizcilik tarihiyle ilgili çok değerli çalışmalar yapan Emekli Deniz Subayı ve Tarihçi Yazar Halil Özsaraç’ı konuk ediyoruz. Özellikle deniz harp tarihi konusunda akademik çalışmalar da yapan Özsaraç’ın Çaka Bey’den Cumhuriyet dönemine uzanan Türklerin denizcileşme öyküsünü özetlediği bu bölümde, denize dair geçmişimize farklı bir bakış açısı sunuluyor.
Bugün artık kullanılmayan askeri gemilerin yeniden inşa edilerek müze olarak kullanılması ve toplumun denizcileşme sürecine katkıda bulunması için tarihi perspektiften dikkate değer öneriler getiren Özsaraç, gerçek anlamda ‘yerli ve milli’ üretim olan Mahmudiye Kalyonu’na atıfta bulunarak, “efsane yelkenli savaş gemilerimiz, yeniden inşa edilirlerse, halkımıza şanlı geçmişini hatırlatan müze gemiler olmakla kalmazlar; aynı zamanda Deniz Harp Okulu, Deniz Astsubay Meslek Yüksek Okulu ve hatta Denizcilik Fakülte ve Yüksek Okullarındaki öğrencilere ‘gerçek denizciliği fiilen öğreten’ platformlar olarak da ‘efsane’ olmaya devam ederler.”
Özsaraç’ın 15’inci yüzyılın sonlarından, 19. Yüzyılın ortalarına kadar geçen dönemde adını andığı ve Türk deniz tarihinde önemli yeri olan kalyeteler, kadırgalar ve kalyonların yeniden canlandırılarak müze olarak kullanılması önerisi, ülkemizde henüz emekleme aşamasında olan ve deniz müzeleri açısından dikkate değer bir konu. Hem toplumsal hafızada yeri olan hem de denizcilik tarihimiz açısından önemli köşe taşları olan bu gemilerin canlandırılması, toplumun denizcilik geçmişi ile daha güçlü bağlar kurmasına katkı sağlayabileceğini düşünüyorum.
Bu hafta Deniz Müzeleri programımızın süresinin üzerine çıktık ama kendi adıma denizcilik tarihimizle ilgili birçok yeni bilgi öğrendim. Sayın Özsaraç’ın aktardığı tarih, Türklerin Anadolu kıyıları ve genel olarak Akdeniz’deki denizcileşme sürecinin kısa bir özeti niteliğinde. Hani hep söylenir ya ‘yeni başlayanlar için’ “Türklerin denizcileşme tarihine giriş” diyebileceğimiz bir özet oldu bu program. Umarım bu alana ilgi duyan duymayan herkes için yararlı olur. Değerli katkıları ve bizlere zaman ayırdığı için Sayın Özsaraç’a çok teşekkür ediyoruz.
Dr. Elif Özgür
Hepinize iyi seyirler dilerim:
Deniz Müzeleri, 16. Bölüm: Emekli Deniz Subayı, Tarihçi, Yazar HALİL ÖZSARAÇ