Ailemle birlikte 1955 yılına kadar Cihangir’de Akarsu Yokuşu’nda oturdum. İlkokuldan sonra 1951 yılında İtalyan Koleji’nde başladığım lise eğitimimi Taksim Atatürk Lisesi’nde tamamladım. Gerçek anlamda sporla İtalyan Koleji’nde tanıştım. Kolejin yüksek tavanlı en üst katında, katı tamamen kapsayan kapalı bir spor salonu vardı. İçinde de aklınıza gelecek her türlü spor malzemesi: Halter, barfiks, minder, boks, voleybol, basketbol, tırmanma halatı… Benim gönlümü çelen bunların hiçbiri değildi. Beni büyüleyen eskrim sporu oldu. O maskeler, kılıçlar, beyaz elbiseler, eldivenler, siperli başlıklar… Böyle olunca da en sevdiğim dersler eskrim oldu. Eskrim son derece estetik bir spordur. Bunca sene sonra bana “Hangi spor dalları estetiktir ve beceri ister?” diye sorsanız, aklıma eskrim ve su balesinden başkası gelmez. Her iki dal da seyrine doyulmaz güzellikte salon sporlarıdır. İtalyan Koleji’nde okuduğum yıllar boyunca eskrim dersi aldım.
1955 yılında kız kardeşim ilkokulu bitirince kaydını Atatürk Kız Lisesi’ne yaptırdık. “Cihangir’den Fındıkzade’ye gidip gelmesi bir kız evladı için zor olur” diyen babam, okulun hemen karşısında, bahçe içerisinde, iki katlı ahşap bir ev kiraladı. Atatürk Kız Lisesi, Meclis-i Mebusan Caddesi üzerindedir. İmparatorluğun son günlerine kadar Büyük Millet Meclisi olarak görev yapmış, denize sıfır iki katlı yapılar kompleksinden oluşur. Denizden bakınca sol yanında da İstanbul’un eski balıkhanesi yer alırdı. Balıkhane, Menderes hükümetinin büyük istimlak ve İstanbul’un yeniden yapılandırması sırasında yıkılıp Haliç’teki yerine taşındı. Bu balıkhane şimdilerde Kumkapı’da yeni yerinde faaliyetini sürdürüyor. Kumkapı’dan Büyükçekmece’ye taşınacağı da konuşuluyor.
Lisenin sol yanında balıkhanenin bulunduğu arsa uzun yıllar bizim dalış eğitimlerini yaptığımız, kışın da lüfer, palamut, torik gibi pelajik balıkları avlamak için denize açıldığımız iskelemiz oldu. O yıllarda Salı Pazarı, rıhtım ve dok inşaatları yavaş yavaş devam ediyoruz.
Bu dünyada ve Türkiye’de yaşam çizgisi benimki kadar farklı gelişmiş bir balıkadam daha yoktur. 1939 yılı 30 kasım sabahı gün ağarırken, Tırhan gemisinde Rodos Adası ile Anadolu arasında (iki yaka arası 18 deniz mili) dünyaya geldim. Gemi süvarisi isim babam olmuş ve kulağıma ezan okuyarak geminin ismini vermiş. Geminin isim babası da Atatürk… Sağlığının son yıllarında Alman doklarına üç gemi ısmarlamış ve hepsinin isimlerini de kendisi vermiş; Tırhan, Etrüsk ve Kadeş…
Yedi milyara yaklaşan dünya nüfusu içinde benim adımı taşıyan ve doğumundan hemen sonra denizden gelip Antalya Kaleiçi’nde dedesinin o muhteşem Selçuklu Türk evinde karaya ayak basan bir balıkadam daha yoktur. Denizde doğmuş, yüzmeyi Antik Antalya Kaleiçi Limanı içindeki Ateş Kulesi (yıkmışlar şimdi yok) etrafında öğrenmiş ama dalış sporuyla tanışmamış biri… O genç Fındıklı Yokuşu’nda yedi-sekiz evden oluşan, dik bir yamaca kurulmuş o ufak ama olağanüstü şirin ve sıcak ruhlu mahallede birden bire üç formalı dalgıç ve bir balıkadamla karşılaşırsa ne olur? Böyle bir şey yaşamış biri daha var mıdır bu mavi gezegende?
Yeni evimizin önünden dar bir yol geçiyordu. 25-30 metre sonra sola dönüp Arnavut kaldırımlı seyrek ve alçak basamaklı, dar ve dik bir yokuşla Cihangir Camii’ne ve o zamanların ünlü Cennet Bahçesi’ne çıkıyordu. Tuhaf mayolu biri omzuna attığı tahitien zıpkını, elinde paletleri, maskesi ve şnorkeli ile önümden geçiyordu. Zıpkının ucunda o güne kadar görmediğim çok albenili, kırmızılı sarılı, gümüş renkli iri balıklar sallanıyordu. Hayatımda ilk defa böyle biriyle karşılaşıyordum. Köseleye dönmüş derisi, ayağında sandaletleri ile dalıştan, avdan evine dönüyordu. Evi bizimkinden 7-8 metre ötede yokuşun hemen altındaydı. Yaşıtım olduğu belli oluyordu. Her zaman içe dönük karakterime rağmen merak beni kısa zamanda formalı dalgıçların akranım olan çocukları ile arkadaş yaptı.
Evimizin bahçesinde halter çalışıyordum. Eskiler bilir. Tünel’de Tagar Spor Salonu vardı, bir zamanlar oranın müdavimiydim. Benim formalı dalgıçların çocuklarına olan ilgim, onların haltere ilgileri kısa zamanda bizleri derin bir arkadaşlığa sürükledi. Zıpkınında avladığı balıklarla evimin önünden geçenin kim olduğunu çok merak ettim. Ama kısa sürede öğrendim; Türk Balıkadamlar Kulübü üyesi Oktay Ercan. Mayosunu da Yelken Kapanı’ndan aldığı yelken bezinden bizzat kendisi dikmişti. Henüz Yelken Kapanı, Yağ Kapanı, Lenger Kapanı kelimelerinin ne anlama geldiğini bile bilmiyordum, ilerleyen yıllarda öğrendim ve Yağ Kapanı benim hayatımda çok güzel, hoş, heyecanlı, esrarengiz, tehlikeleriyle yer aldı. Hâlâ da anılarımda oradaki hayatı paylaştığım korsan arkadaşlarımı sevgiyle hatırlarım. Anılarımı yazmak için beni zorlayan öğrencim Osman Kulaç da oralara gitti. Genç korsanlarla tanıştı, oranın havasını heyecanını kokladı.
Soğutmadan konuya dönelim. Ben hayatımda ilk defa balıkadamların varlığını ve balıkadamlar kulübü olduğunu o ufak mahallede öğrendim. Ruhumu öyle bir heyecan sardı ki ben de o kulübün üyesi olmalıydım. Hayatımdaki tek eksik oymuş gibiydi.
Kısa zamanda Oktay Ercan’la da tanıştım. Kanımız ve kimyamız uyuştu. Ben o yıllarda Ruh ve Madde Derneği’nin yayınlarını alıyordum ve epey de bilgi birikimim olmuştu. Oktay, ruh ve madde, spirtizma, spiritualizm bilgilerim karşısında, benim balıkadam kulübü varlığı hakkındaki şaşkınlığımı aynen yaşadı. Hemen anlaştık. O bana dalmayı, ben de ona ruh çağırmayı, telepatiyi öğretecektim…
Bir insanın önüne sualtı cennetinin kapıları aniden böylesine ve ardına kadar açılırsa, o insan ne yapar? Hayatımda ilk defa dalış sporunu ve balıkadamlar kulübü olduğunu, mahallemde üç formalı dalgıcın yaşadığını öğrenmek… Bu benim ilk değişimim oldu ama mutlu bir değişim. O güne kadar ilgi duyduğum ve yaptığım bütün sporlar bir kenara atıldı ve o büyülü sualtı dünyasına dibine kadar daldım. Öyle büyük bir dalış ki Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu’nun kurucu üyesi olacak, Türk Sualtı Sporları Federasyonu Şeref Brövesi alacak kadar.
Oktay Ercan’la Atatürk Erkek Lisesi’nde aynı sınıf aynı sıra arkadaşlığı, kanımızın ve kimyamızın uyuşması, aradan geçen onca zamana karşın hayat onu başka şehirlere savursa da birbirimizden kopmamamızı, arkadaşlığımızın sıcaklığını korumamızı sağladı. Oktay’la arkadaşlığım bana Türk Balıkadamlar Kulübü’nün ve daha sonra da dalış sporundaki kulüp ve üst kuruluşların hepsinin kapılarını açtı. Kurbağa Adamlar Kulübü, Sualtı Sporları Kulübü, Aktif Balıkadamlar Kulübü, Sualtı Sporları Kulüpleri Birliği ve Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu gibi… Ve hiçbir zaman düz üye olmadım. İçine girdiğim bütün bu kuruluşların yönetim kurullarında teknik başkan, as başkan, genel başkan gibi görevler aldım.
Bugün, kurucu üyesi olduğumu Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu’nun baş danışmanıyım. Aldığınız brövelerde ben ve altı arkadaşımın emeği, alın teri var. Teleks başında uykusuz geçen geceler, koşuşturmalar, bende başarmanın tatlı anıları olarak kaldı.
Sürecek…
Yazı ve fotoğraflar: Tırhan Oktay
Kaynak: Naviga