Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Karanlık sular: Tematik akvaryum endüstrisinin anatomisi

“Onların evi; sürekli daireler çizerek yüzmek zorunda kaldıkları ve çıkışı asla bulamadıkları tanklar değil, sonsuz okyanuslar ve nehirler…” Yunuslara Özgürlük Platformu’ndan Öykü Yağcı, muzir.org’dan Gökçe Akgöl’e konuştu.

“Onların evi; sürekli daireler çizerek yüzmek zorunda kaldıkları ve çıkışı

İllüstrasyon: Bartu, muzir.org

Tematik akvaryumlar, çoğu zaman “koruma” ve “eğitim” adı altında tanıtılsa da gerçekte hayvanları ticari birer şov unsuruna dönüştüren ticari kurumlar. Yapay ortamlarda, küçücük cam fanus ve havuzlarda başlayan bu esaret; görünmez ve bir o kadar da tehlikeli “hayvana şiddet” zincirlerinden biri. 

Doğada özgür olması gereken balıklar, köpekbalıkları ve vatozlar, dar tanklarda sergilenmek üzere kapatılıyor; doğal davranışları kısıtlanıyor, bazılarıysa insanlarla yakın temasa zorlanıyor. Bu süreç hayvanlarda derin strese, hastalıklara ve erken ölümlere neden oluyor.

Yakında Yunuslara Özgürlük Platformu’nun web sitesi ve sosyal medya hesaplarında yayımlanacak ‘Tematik akvaryumlar: Parıltılı Esaret ve Bilinmeyen Gerçekler’ başlıklı raporun hazırlık sürecine paralel olarak, biz de Öykü Yağcı ile bir araya gelip bu konuyu derinlemesine konuştuk.

Bu rapor; Türkiye’de ve dünyada yayımlanmış bilimsel makalelerden, çeşitli çevrimiçi veritabanlarından, ayrıca basına yansıyan haber ve demeçlerden yararlanılarak, kaynak bağlantılarıyla birlikte herkesin erişimine açık biçimde hazırlandı. Etik açıdan inkâr edilemez bir gerçek olan hayvan sömürüsüne yeni boyutlar eklemek ve tematik akvaryumların pazarlama ile halkla ilişkiler söylemlerinin ardına gizlenen acı gerçekleri görünür kılmak amacı taşıyor.

Platform, bu raporla, “okyanusların göz kamaştıran tüm o parıltısını, canlılığını ve çeşitliliğini cam fanusların ardına kapatan, yaşam ışıltıları söndükten sonra yine onlarla aynı kaderi yaşayacak binlercesini hapseden esaret endüstrisinin, özellikle Türkiye’de yeterince paylaşılmamış olan bilinmeyenlerini aktarmayı” amaçlıyor ve ekliyor: “Tıpkı sizin gibi ve özgürce yaşama haklarını savunduğumuz diğer tüm hayvanlar gibi, tarih boyunca görünmez kılınmış deniz canlılarının ‘da’ özgürlüğünün, haklarının ve yaşam amaçlarının değerli, dokunulmaz olduğunu göstermek. Onların evinin; sürekli daireler çizerek yüzmek zorunda kaldıkları ve çıkışı asla bulamadıkları tanklar değil, sonsuz okyanuslar ve nehirler olduğunu bir kez daha hatırlatmak.” 

Yunuslara Özgürlük Platformu’ndan Öykü Yağcı ile tematik akvaryumlar ve hazırladıkları rapora ilişkin konuştuk.

“Hiçbir tesiste tek bir hayvan ölmemiş veya hiçbir insan yaralanmamış gibi yetkililer ve medya sessiz…”

Öykü Yağcı, yaptığı değerlendirmede özellikle şu noktaya dikkat çekiyor: ABD, Avrupa ve Avustralya’daki akvaryum ve hayvanat bahçelerinde meydana gelen ölüm, yaralanma ve bulaşıcı hastalık vakalarının çoğu kısa süre içinde sosyal medya veya basın aracılığıyla şeffaf şekilde duyuruluyor. Açıklanmayan bazı olaylar ise gazetecilerin ısrarlı takibi ve STK’ların baskısıyla gün yüzüne çıkıyor. 

Ancak öne çıkan bir durum da, hayvan ölümleri tesis müdürlerine sorulduğunda sık sık “gizemli, sıra dışı, beklenmedik” yanıtlarıyla geçiştiriliyor; nekropsi raporları paylaşılmıyor ve ölüm nedenleri belirsiz bırakılıyor. Bu durum, esaret altındaki hayvanlar için neredeyse rutin bir uygulama hâline gelmiş durumda.

Yağcı, Türkiye’de ise tabloyu daha endişe verici buluyor: “Dünya standartlarında” olduğu öne sürülen en büyük akvaryum ve hayvanat bahçelerinde bile binlerce hayvan art arda ölürken, ölenlerin yerine yenileri getirilmekte ve hem hayvan hem insan yaralanmaları yaşanmakta; buna rağmen Türkiye’deki tesislerde ölüm ve yaralanma vakaları neredeyse hiç kamuoyuna yansımıyor. Sanki 2000’lerin ortalarından beri açılan hiçbir tesiste tek bir hayvan ölmemiş veya hiçbir insan yaralanmamış gibi yetkililer ve medya sessiz kalıyor.

Basına yansıyan tek örnek, Türkiye’deki akvaryumlarda yaşanan bir insan ve hayvan ölümü. Öykü Yağcı, İngilizce anahtar kelime taramaları sırasında tesadüfen karşılaştıkları ancak Türkiye basınında yer bulmamış hayvan ölümlerini de not ediyor ve bu suskunluğu, hayatın olağan akışı, şeffaflık ve vicdanla bağdaşmayan bir durum olarak okurun değerlendirmesine bırakıyor.

“Belediyeler, akvaryumlarla imzaladıkları protokollerle, bu tesisleri turistik cazibe unsuru olarak tanıtıyor”

Tematik akvaryumların, yapay ortamlarda, ufacık cam fanus ve havuzlarda esaret ile başlayan “hayvana şiddet” olgusunun ve zincirinin en görünmez halkalarından biri olduğunu belirten Öykü Yağcı, “Yunus gösteri merkezleri, hayvanlı sirkler ve hayvanat bahçeleri konusunda toplumda oluşan farkındalık ve artan muhalefet, bu tesislerin yasaklanması ve hayvanların korunması yönünde belirli bir aşamaya gelmişken; tematik akvaryumların sürdürdüğü esaret düzeni, toplumun geniş kesimlerince hâlâ olağan bir durum gibi karşılanıyor. Balıklar ve diğer pek çok deniz canlısının yüzyıllardır adalet ve şefkat alanımızın dışında bırakılması ve zihinlerimizde “görünmez varlıklar” olarak yer etmeleri, onlara karşı pek çok kişinin empati geliştirmemesinin sebeplerinden biri olabilir. Ancak bizce bu sorgulama eksikliğinin asıl kaynağı, hayvan endüstrilerinin bilinçli şekilde kullandığı koruyucu söylemler ve pazarlama taktikleriyle gerçeklerin üstünün örtülmesi” dedi.

“Balıklar ve diğer pek çok deniz canlısının yüzyıllardır adalet ve şefkat alanımızın dışında bırakılması ve zihinlerimizde “görünmez varlıklar” olarak yer etmeleri, onlara karşı pek çok kişinin empati geliştirmemesinin sebeplerinden biri olabilir.” 

Öykü Yağcı, alışveriş merkezlerine inşa edilmiş tematik akvaryumların çoğu insan ve okullar için “eğlenceli ve eğitici bir etkinlik”, aileler için çocuklarıyla vakit geçirmenin “zahmetsiz” bir yolu olarak algılandığına dikkat çekiyor. Çocuklara hayvan sevgisi aşılamak, öğrencilere deniz canlılarını tanıtmak ya da ailece vakit geçirmek için “masum” bir seçenek gibi pazarlandığına değinen Öykü Yağcı, “Belediyeler, akvaryumlarla imzaladıkları protokoller ışığında, bu tesisleri turistik cazibe unsuru olarak tanıtıyor, tur şirketleri prim karşılığında programlarına ekliyor, ünlü isimler ve influencer’lar ek gelir elde etmek için tanıtımlarını yapıyor. Fakat gerçekte bunlar, hayvanların doğadan koparılıp meta haline getirildiği, milyonlarca dolarlık ticaret döngüsünün parçası olan, hayvanat bahçeleri ve yunus parklarından farkı olmayan esaret merkezleri” ifadelerini kullandı.

“Hayvan sevgisini kılıf olarak kullanıp, hayvan ticareti ve esaretinden milyonlarca dolar kazanç sağlıyorlar”

WAZA, EAZA ve AZA gibi kurumların onayladığı ya da onaylamadığı tüm hayvanat bahçesi ve akvaryumların “eğitim” ve “koruma” söylemleriyle hayvan ticaretinden büyük kazanç sağladığını vurgulayan Öykü Yağcı, “Gerek dünyada gerekse Türkiye’deki bu işletmeler; “eğitim, bilimsel araştırma, koruma, tedavi, sosyal sorumluluk ve hayvan sevgisi” söylemlerini bir kılıf olarak kullanıp aslında hayvan ticareti ve esaretinden milyonlarca dolar kazanç sağlıyor. Büyükşehir belediyelerinin ihalelerini üstlendikten sonra Tarım ve Orman Bakanlığı’nın Hayvanat Bahçeleri Yönetmeliği çerçevesinde aldıkları izinlerle faaliyet gösteren ve yalnızca deniz canlılarını değil, çoğunlukla kara hayvanlarını da tutsak eden pek çok tematik akvaryum, aynı bakanlıktan “rehabilitasyon merkezi” unvanını da alarak, duyarlı ve farkındalığı artan toplum kesimlerinden yükselen tepkilere karşı olumsuz imajlarını dönüştürmeye çabalıyor. Türkiye’dekiler dahil olmak üzere bu tesisler, düğün, nikah, yılbaşı, yarıyıl tatili ve bayram gibi ‘özel günlerde konsept partiler’ ve doğum günü organizasyonlarına ev sahipliği yaptıklarıyla övünürken, iş dünyasının buluşmaları ve flaşlı fotoğraf çekimlerine sahne olan ‘akvaryum manzaralı yemekler’ dahi burada düzenleniyor” diye konuştu.

Hayvanların doğrudan insan teması içeren faaliyetlere zorlanmalarının strese, insandan hayvana geçebilecek bulaşıcı hastalık gibi sağlık sorunlarına ve davranış bozukluğuna yol açtığını aktaran Öykü Yağcı, “Yabani hayvanların yapay ortamlarda insan etkileşimine maruz bırakılması, tıpkı yunus ve balinalarda olduğu gibi, genelde daha sakin bir yapıya sahip olan köpekbalığı türlerini dahi agresifleştirebileceği ve tahmin edilemez davranışlara yol açabileceği için bu tür etkinlikler, hayvanlar için olduğu kadar, insanlar için de potansiyel tehlikeler barındırıyor. ‘Eğlence ve macera aktiviteleri’ olarak yansıtılan bu tür etkinlikler sırasında insanların ufacık yaralar almaları bile hayvanların, özellikle de köpekbalığı türlerinin ‘ötenazi’ adı altında öldürülmesiyle sonuçlanıyor. Balıklardan penguenlere, ahtapotlardan ve mercanlara kadar deniz canlılarını alınıp satılan birer meta olarak gören bu endüstri; doğadan yakalama, esaret altında üretme (ve genellikle başarısız olma), transfer, sergileme ve hapsetme aşamalarında çoğunlukla kamuoyuna yansımayan binlerce hayvanın yaralanmasına, interaktif ziyaretçi programlarında hareketli olabilmeleri için aç bırakılmasına, yetersiz ve dengesiz beslenmesine, esarete bağlı hastalıklara daha sık yakalanmasına, doğal ortamlarına kıyasla daha kısa süre hayatta kalmalarına ve doğalarından uzakta ölümlerine sebep oluyor” dedi

“Çoğu hayvan aç bırakılarak etkileşime zorlanıyor, erken yaşta ölüyor” 

Esaret altında yaşayan hayvanların sergilediği stereotipik davranışlar: tank ve havuzlarda sürekli daireler çizerek yüzmek, camlara tekrar tekrar vurmak, hareketsizlik ve apati, kendini yaralama ya da yemeyi reddetme gibi tepkiler… Öykü Yağcı, “Doğada kilometrelerce yol kat eden köpekbalıkları ya da sürüler halinde yaşayan penguenler, dar fanuslara sıkıştırılıyor; bağışıklıkları zayıfladığı için hızla bulaşıcı hastalıklara yakalanıyor. Nitekim esaret altındaki penguenlerde sık görülen mantar enfeksiyonları ve ölümcül solunum yolu hastalıkları buna örnek. Çeşitli balıklar, vatoz ve köpekbalıkları gibi hassas türler ise, insanlarla temas ettirildiklerinde zoonotik patojenleri insanlara bulaştırabiliyor; bu yüzden “dokunma havuzları” yalnızca hayvanlar için değil, insanlar için de risk taşıyor. Çoğu hayvan aç bırakılarak etkileşime zorlanıyor, uygun olmayan su koşullarında hastalanıyor ve doğalarından koparıldıkları için erken yaşta ölüyor” diyor.

Yapılan bir çalışmadan örnek veren Öykü Yağcı, “Bu çalışma, dünya çapındaki hayvanat bahçeleri ve tematik akvaryumlardaki insanlarla esaret altındaki yaban hayvanları arasındaki etkileşimlerin özelliklerini inceliyor. Bunu yaparken, WAZA’ya doğrudan üye olan veya WAZA üyeliği bulunan bölgesel ve ulusal derneklere ait 1241 tesisin halka açık web sitelerinde sağlanan bilgiler mercek altına alınıyor. 

Çoğunun web sitesinin memelilerle etkileşim faaliyetlerinin ise, taksonomik düzeyde en çok tanıtımı yapılan uygulama olduğu belirtiliyor (yüzde 53). Hayvanlar için yüksek stres yaratan yaban hayvanlarıyla doğrudan temas içeren bazı etkinliklerin de (örneğin; yaban hayvanlarını elle beslemek, hayvanların sırtına binmek veya yaban hayvanlarının tutulduğu kafeslerde yürümek veya yüzmek), ‘beklenenden daha yaygın şekilde tanıtıldığı’ vurgulanıyor” dedi.

“Esaret altında doğan hayvanları başarı olarak lanse ediyorlar”

Tematik akvaryumlarda tutsak edilen hayvanlar yalnızca özgürlüklerini değil, sağlıklarını ve davranış bütünlüklerini de kaybettiklerini ifade eden Öykü Yağcı, “Örneğin penguenlerin, esarette sık görülen kuş sıtması (avian malaria) doğal yaşam alanlarında karşılaşmadıkları bir hastalık ve ölüm oranı çok yüksek. Penguenlerin, kafese atılan bozuk parayı yutması gibi örnekler yaygın. Bir haftalık yavru penguenlerin sergi alanına alındıktan sonra yaşamını yitirdiği örnekler dahi mevcut. Dünyadaki hayvanat bahçeleri ve tematik akvaryumlar, esaret altında doğan hayvanları, özellikle penguenleri bir tür başarı olarak lanse ediyorlar. Ancak uzman biyologlar, esaret altında dünyaya gelmiş ve yaşama tutunabilmiş az sayıdaki penguenin, yaban hayattaki kolonilerle birleşmesinin, her iki grup için de büyük bir enfeksiyon riski oluşturacağı konusunda hemfikir. Dokunma havuzundaki vatoz ve köpekbalıklarıyla temas ettikten sonra ağır bakteriyel enfeksiyon geçiren ve üç farklı hastanede operasyon olan çocuklar var. Tematik akvaryumlarda tutulan tatlı su vatozlarının iğnesini saplayarak hastanelik ettiği çalışanlara dair haberler yaygın. Ozon zehirlenmesinden toplu halde ölen veya elektrik kesintisi sebebiyle toplu halde yaşamını yitiren köpekbalıkları, tropik balıklar var. Vatozlarda gözlemlenen “surface breaking” (başını sürekli su yüzeyine çıkarma) davranışı, yoğun insan varlığı ve gürültüye bağlı bir stres belirtisi. Bu görüntüler eğlenceliymiş gibi sosyal medyada “küçük sinirli vatoz” başlığıyla paylaşılıyor. Bazı vatozlar yüksek müzik ve insan sesinden dolayı tekrarlayıcı, anlamsız hareketler sergiliyor; ziyaretçiler bunu “oyun” sanıyor” diye konuştu.

  • Penguenler:
    • Esarette sık görülen kuş sıtması (avian malaria) doğal yaşam alanlarında karşılaşmadıkları bir hastalık ve ölüm oranı çok yüksek.
    • Penguenlerin, kafese atılan bozuk parayı yutması gibi örnekler yaygın.
    • Bir haftalık yavru penguenlerin sergi alanına alındıktan sonra yaşamını yitirdiği örnekler dahi mevcut. 
    • Dünyadaki hayvanat bahçeleri ve tematik akvaryumlar, esaret altında doğan hayvanları, özellikle penguenleri bir tür başarı olarak lanse ediyorlar. Ancak uzman biyologlar, esaret altında dünyaya gelmiş ve yaşama tutunabilmiş az sayıdaki penguenin, yaban hayattaki kolonilerle birleşmesinin, her iki grup için de büyük bir enfeksiyon riski oluşturacağı konusunda hemfikir.
  • Vatozlar ve Köpekbalıkları:
    • Dokunma havuzundaki vatoz ve köpekbalıklarıyla temas ettikten sonra ağır bakteriyel enfeksiyon geçiren ve üç farklı hastanede operasyon olan çocuklar var. 
    • Tematik akvaryumlarda tutulan tatlı su vatozlarının iğnesini saplayarak hastanelik ettiği çalışanlara dair haberler yaygın. 
    • Ozon zehirlenmesinden toplu halde ölen veya elektrik kesintisi sebebiyle toplu halde yaşamını yitiren köpekbalıkları, tropik balıklar var.
  • Davranış Bozuklukları:
    • Vatozlarda gözlemlenen “surface breaking” (başını sürekli su yüzeyine çıkarma) davranışı, yoğun insan varlığı ve gürültüye bağlı bir stres belirtisi. Bu görüntüler eğlenceliymiş gibi sosyal medyada “küçük sinirli vatoz” başlığıyla paylaşılıyor.
    • Bazı vatozlar yüksek müzik ve insan sesinden dolayı tekrarlayıcı, anlamsız hareketler sergiliyor; ziyaretçiler bunu “oyun” sanıyor.

“Esaret altındaki türleri koruyoruz” söylemi de yanıltıcı. Çünkü esaret altında yaşayan stresli, hasta hayvanların doğadaki popülasyonlara hiçbir katkısı olmadığı gibi, neredeyse tamamı doğaya geri bırakılmıyor, esaret altında yaşamını yitiriyor.”

Eğitim, araştırma ve koruma iddialarının gerçeği yansıtmadığına dikkat çeken Öykü Yağcı, bunların Türkiye’de ve dünyada birer maskeden ibaret olduğunu belirtti. Öykü Yağcı, konuya ilişkin şu örnekleri verdi:

  • “Hayvanlar doğadan yakalanmadı, havuzda doğdu” iddiası doğru değil. Araştırmalar, akvaryumlarda sergilenen balıkların ve diğer deniz canlılarının çok büyük kısmının hâlâ doğadan canlı yakalanarak getirildiğini gösteriyor.
  • Yakalama sırasında ölüm oranı yüzde 30’a kadar çıkabiliyor; taşınma sürecinde de yüzde 5–10’u daha ölüyor. Bazı raporlara göre toplam kayıp yüzde 80’e kadar varabiliyor.
  • “Nesli tehlike altındaki türleri koruyoruz” söylemi de yanıltıcı. Çünkü esaret altında yaşayan stresli, hasta hayvanların doğadaki popülasyonlara hiçbir katkısı olmadığı gibi, neredeyse tamamı doğaya geri bırakılmıyor, esaret altında yaşamını yitiriyor. Nitekim, doğaya geri bırakmanın da belirli kural ve aşamaları olduğu gibi bulaşıcı hastalıkların doğadaki türlere yayılması gibi riskleri de olabiliyor.

“İstanbul’da ismi geçirilmeyen bir akvaryumda, köpekbalığı, vatoz ve balıkların tutulduğu havuzda açılan dev bir ‘benimle evlenir misin?’ yazılı pankartla yapılan evlenme teklifi, Show TV’deki ‘Gelin Evi’ programının eğlencelerinden biri haline geliyor.”

“Rehabilitasyon merkeziyiz” diyen bu tesislerin, aynı zamanda düğün, doğum günü ya da şirket yemekleri düzenlediğini vurgulayan Öykü Yağcı, “Örneğin; İstanbul’da ismi geçirilmeyen bir akvaryumda, köpekbalığı, vatoz ve balıkların tutulduğu havuzda açılan dev bir ‘benimle evlenir misin?’ yazılı pankartla yapılan evlenme teklifi, Show TV’deki ‘Gelin Evi’ programının eğlencelerinden biri haline geliyor. Yine, yeterince gelir elde edemediği gerekçe gösterilerek Ocak 2025’te kapanan ve akvaryumda tutulan 15 bin deniz canlısıyla ilgili bakanlıktan ve Merlin Entertainments’tan halen haber alamadığımız Sea Life İstanbul da yine Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ‘rehabilitasyon merkezlerinden’ biri olarak görünüyor. Burada da ‘Kısmetse Olur’ adlı TV evlilik programının çekimleri yapılmış, çekimler akvaryumun ve TV programının YouTube hesaplarında birden fazla video ile paylaşılmış. 

Özellikle 2017’de toplumun her kesiminden büyük tepki toplayan ve “Aqua Vega” adlı tematik akvaryuma da ev sahipliği yapan Ankara Nata Vega AVM’de, kalabalıklar içinde tutsak edilen servali hatırladınız mı? Unutanlar ve bilmeyenler için tekrar paylaşalım: Bu iki işletme de, bir CITES belgesinde de görüldüğü üzere, Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından “rehabilitasyon merkezi” olarak da listelenen, “ex-situ koruma merkezi” statüsünü öne sürerek hayvanları “korumaya aldıklarını” iddia eden ve rehabilitasyon / koruma kavramlarının içini boşaltarak hayvanlarla ilgili halkı yanlış bilgilendiren, bakanlık izinli hayvan hapishaneleri” sözlerini kullandı.

“ABD Texas Akvaryumu’nda yanlış kimyasal kullanımı sonucu bir gecede 389 balık öldü”

Dünyadaki tablonun da oldukça vahim olduğuna değinen Öykü Yağcı, “ABD Texas Akvaryumu’nda yanlış kimyasal kullanımı sonucu bir gecede 389 balık öldü. Japonya Okinawa’da büyük beyaz köpekbalığı esarete alındıktan üç gün sonra öldü. Florida Akvaryumu’nda 7 Afrika pengueni “bilinmeyen sebeplerle” art arda öldü; yerine hemen yenileri getirildi. ABD New Orleans’ta Katrina Kasırgası sırasında jeneratör arızası yüzünden 10 binden fazla deniz canlısı oksijensizlikten öldü. Berlin’de AquaDom’da dünyanın en büyük silindirik akvaryumu patladı, bin beşyüz balık bir anda öldü, milyonlarca litre su sokaklara boşaldı. Tüm bunlar, WAZA ve AZA onaylı olan, “yüksek dünya standartları” diye övülen tesislerde bile hayvanların ölümünün sıradan ve tekrarlanan bir olay olduğunu gösteriyor” dedi.

“Hayvanların cam fanuslarda veya tellerle çevrili alanlarda mutlu oldukları iddia edilemez”

Dünyadan çarpıcı örnekler

  • ABD Texas Akvaryumu: Yanlış kimyasal kullanımı sonucu bir gecede 389 balık öldü.
  • Japonya Okinawa: Büyük beyaz köpekbalığı esarete alındıktan 3 gün sonra öldü.
  • Florida Akvaryumu: 7 Afrika pengueni “bilinmeyen sebeplerle” art arda öldü; yerine hemen yenileri getirildi.
  • ABD New Orleans: Katrina Kasırgası sırasında jeneratör arızası yüzünden 10.000’den fazla deniz canlısı oksijensizlikten öldü.
  • Berlin’de AquaDom: Dünyanın en büyük silindirik akvaryumu patladı, 1.500 balık bir anda öldü, milyonlarca litre su sokaklara boşaldı.

“Bu hayvanlardan kaçının hayatta olduğu, yerlerine kaç tanesinin getirildiği, kaçının ne zaman ve hangi sebeple öldüğü gibi bilgiler ise, yurtdışındaki tesislerin çoğunun aksine, akvaryum yetkililerince ve basın yoluyla açıklanmıyor.”

Yunus parkları, hayvanat bahçeleri ve tematik akvaryumların başka ülkelerde de bulunması bu tesislerin ve hayvanlara zarar veren uygulamaların meşru olduğu anlamına gelmeyeceğine değinen Öykü Yağcı, “Hayvanların cam fanuslarda veya tellerle çevrili alanlarda mutlu oldukları iddia edilemez. Ticari çıkarlarla düzenleme yapan resmi kurumların meşruiyet kazandıkları söylenemez. ‘Evlat Edindik’, ‘Koruma altına aldık’ söylemleriyle meşrulaştırılan hayvan satışı ve takasları da bu sorunun bir parçasıdır” ifadelerini kullandı.

Türkiye’deki duruma ilişkin de açıklamalarda bulunan Öykü Yağcı, Tarım ve Orman Bakanlığı’na yapılan bilgi edinme başvurularının yanıtsız kaldığını, bu nedenle akademik bir makalenin tesis incelemesinden ve kendi araştırmalarından yola çıkarak, Türkiye’de İstanbul, Ankara, Bursa, Antalya, Eskişehir, Diyarbakır, İzmir ve Trabzon’da güncel tematik akvaryum sayısının 10 olduğunu varsaydıklarını ifade etti. Öykü Yağcı, “Makalede bahsi geçen tematik akvaryumların o dönem verdiği rakamlar ve makale sonrası açılan bir akvaryumun kendi web sitesindeki güncel sayısal beyanı ışığında; bu ticari esaret merkezlerinde en az 105.000 deniz ve kara hayvanının esaret altında tutularak sergilendiğini söyleyebiliriz. Bu hayvanlardan kaçının hayatta olduğu, yerlerine kaç tanesinin getirildiği, kaçının ne zaman ve hangi sebeple öldüğü gibi bilgiler ise, yurtdışındaki tesislerin çoğunun aksine, akvaryum yetkililerince ve basın yoluyla açıklanmıyor. Örneğin rastladığımız bir akademik makalede ismi belirtilmeyen Türkiye’deki bir tematik akvaryumda salgın hastalık sebebiyle hayvan ölümlerinin yaşandığını öğreniyoruz. Bu makale olmasa ve İngilizce anahtar kelimelerle tür araması yapmasak, bu hayvanların öldüğünden bile haberimiz olmayacaktı; çünkü akvaryum yetkilileri ölümlerini duyurmayacaktı” şeklinde konuştu.

“Tesis yasal başvurularımıza rağmen hiçbir yaptırımla karşılaşmadı”

Hayvan hakları, insan hakları ve çevre ihlallerine ek olarak endüstrinin genel işleyişini ve yaklaşımını ortaya koyan ciddi sorunları da basına yansımış olan haberde gördüklerini belirten Öykü Yağcı, “Örneğin, bu yılın başında ekonomik sebeplerle kapanma kararı alan Bayrampaşa’daki Forum Sea Life İstanbul Akvaryum, Saroz Özel Deniz Koruma Bölgesi’nden kaçak yollarla hayvan çıkarırken yakalandı. Bu hayvanların bazıları hassas ve koruma altındaki türlerdi. Tesis yasal başvurularımıza rağmen hiçbir yaptırımla karşılaşmadı, yalnızca alanda bulunan şahıslara trajikomik düzeyde cüzi para cezası kesildi. Tesis, “koruma ve rehabilitasyon merkezi” sıfatıyla faaliyet göstermeye devam etti. Açılışına dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı Florya İstanbul Akvaryumu’nda flaşlar yüzünden toplu balık ölümleri raporlandı. Yine Trabzon Akvaryumu, ziyaretçilerin para karşılığı ve mevzuata aykırı olarak elle balık beslemesi, laboratuvarlarda üretilen hayvanların sürüngenlere yedirilmesi ve haksız rekabet iddiaları ile basında sıkça yer aldı. Üsküdar EMAAR Akvaryum, Ankara Nata Vega ve Antalya Akvaryumu gibi hayvan hapishaneleri de, diğerlerinde de rastladığımız üzere, ziyaretçilerin yorumlarında “hayvanlar kötü koşullarda”, “hapishane gibi” eleştirileriyle öne çıktı” dedi.

“Tematik akvaryumlar, deniz canlısı ticaretinin vitrinleri gibi çalışıyor”

Akvaryumların pet shop endüstrisiyle bağlantısına değinen Öykü Yağcı, “Tematik akvaryumlar, deniz canlısı ticaretinin vitrinleri gibi çalışıyor. Mercan resiflerinden tropikal balıklara kadar pek çok tür, pet shop zincirleri aracılığıyla da satılıyor. Özellikle siyanürle balık yakalama yöntemi hâlâ kullanılıyor. Bu yöntemle yakalanan balıkların %75’i ilk saatlerde ölüyor, hayatta kalanların çoğu da birkaç gün içinde ölüyor. Bu ticaretin yıllık hacmi milyarlarca dolar. Akvaryum endüstrisi ile petshoplarda hayvan ticareti, aynı ağların parçası” dedi.

“Akvaryumlarda düzenlenen “dokunma havuzu”, “tüplü dalış”, “biberonla balık besleme” gibi faaliyetler zoonotik hastalık riskini artırıyor.”

Tüm bunların yanında bu durumun insan sağlığı üzerinde oluşturduğu riskler de var. Öykü Yağcı, “Akvaryumlarda düzenlenen “dokunma havuzu”, “tüplü dalış”, “biberonla balık besleme” gibi faaliyetler zoonotik hastalık riskini artırıyor. Araştırmalara göre balıklarla ilişkili patojenler, dışkı maddesinde bulunan organizmaların kazara yutulması veya bu organizmaların yara veya çatlamış ciltle doğrudan teması yoluyla insanlara bulaşıyor. Hasta hayvanların bir kıtadan veya akvaryumdan diğerine nakli ise, karantina süreçlerine sadık kalınması halinde bile, bakteri ve virüslerin çok daha fazla yayılmasına sebep oluyor ve halk sağlığı riskini de artırıyor. Bağışıklık sistemi zayıf olan kişilerin, tıbbi bir durumu olan veya bağışıklık sistemini etkileyen ilaçlar (steroidler veya kemoterapi gibi) kullananların, bu patojenlere maruz kaldıktan sonra hastalık geliştirme riski daha yüksek” ifadelerini kullandı.

“Akvaryum endüstrisi, petshop ticareti ve akvaryumların da işleyişe dahil olduğu hayvanat bahçeleri, hayvanları nesneleştiren aynı zincirin halkaları. O zinciri kırmak, hem hayvan hakları hem ekosistem hem de insan sağlığı için bir zorunluluk.”

Peki çözüm ne olabilir? sorusuna cevap veren Öykü Yağcı, “Öncelikle şunu kabul etmeliyiz: Hayvanları cam fanuslara hapsetmek koruma değil, sömürüdür.Türkiye’deki tek bir akvaryumun en az 15-20 bin deniz canlısını tutsak ettiği bilgisi üzerinden, dünyadaki yüzlerce akvaryumla birlikte hesapladığımızda, esaret endüstrisinin ne denli geniş çaplı bir hayvan ticareti ve sömürüsü olduğunu, doğadaki ve esaretteki türleri hayal bile edemeyeceğimiz şekillerde ne denli olumsuz etkilediğini, paylaştığımız veriler olmadan dahi fark edebiliriz. Etik bağlamda değerlendirdiğimizde, bir canlı türü risk altında olsun olmasın insan menfaati ve eğlencesi için doğasından koparılmamalı, esaret altında üretilip tutsak edilmemeli. Bugün dünyada giderek daha fazla insan belgeseller, sanal gerçeklik deneyimleri, dalış, doğa yürüyüşleri gibi seçenekleri tercih ediyor. Bu yöntemler hem hayvanların yaşam hakkına saygılı, hem de gerçekten eğitici. Bireyler ve kurumlar olarak bizim elimizde güçlü araçlar var: Bu tesislere gitmemek, sosyal medyada sömürüyü teşhir etmek, yasal yollarla kapatılmaları için talepte bulunmak. Akvaryum endüstrisi, petshop ticareti ve akvaryumların da işleyişe dahil olduğu hayvanat bahçeleri, hayvanları nesneleştiren aynı zincirin halkaları. O zinciri kırmak, hem hayvan hakları hem ekosistem hem de insan sağlığı için bir zorunluluk” sözleriyle cümlelerini noktaladı.

Bilinmeyen bazı veriler

·     Avustralya Büyük Mercan Resifi’nden Hawaii’ye, Filipinler’den Endonezya’ya, hatta Türkiye Saroz Körfezi gibi koruma açısından hassas pek çok farklı alandan çıkarılarak yakalanan balıklar ve diğer hayvanlar, plastik torbalar ve kutulara yerleştirilerek binlerce kilometre yol katetmek zorunda kalıyor.

·     Bu stresli yolculuk, fiziksel ve psikolojik hasar bırakabildiği gibi pek çoğunun yolda ölmesine sebep oluyor. Balıkların yakalanma anında ölüm oranının yüzde 30’a kadar yükseldiğini gösteren araştırmalar, taşınma sırasında balıkların yüzde 5 ila 10’unun daha hayatını kaybettiği tahmin ediliyor.

·     Çoğunlukla haftalarca süren taşıma sırasında stres, yaralanma, hastalık veya kötü muamele nedeniyle meydana gelen ölüm oranlarının yüzde 80’i aştığı belgeleniyor (Animal Welfare Institute, 2015).

·      Nakil sonrası süreçte ise yüzde 30’luk büyük bir ölüm oranı görülüyor. BBC’nin Bilgi Edinme Kanunu aracılığıyla elde ettiği verilere göre, 2015-2016 yılları arasında İngiltere’deki sekiz Sea Life merkezinde farklı türlerden toplam 4 bin 500 canlı hayatını kaybetti.

·     Yakalama sırasında genellikle hayvanları sersemletmek ve tutulmalarını kolaylaştırmak için kullanılan siyanür ve bazı kimyasallar ise pek çok balığın ölümüne ve ciddi şekilde yaralanmasına yol açtığı gibi resif ekosistemlerinin ve doğal alanların zarar görmesine neden oluyor.

·     Nitekim, siyanür temas eden ve hayatta kalabilen balıkların yüzde 75’inin toplandıktan bir saat içinde öldüğü ve hayatta kalanların yaklaşık yüzde 30’unun da nihai destinasyonlarına gönderilmek üzere beklerken öldüğü aktarılıyor.

·     Siyanürle yakalanan balıklarda ayrıca erken ölümlere sebep olacak şekilde halsizlik, iştah kaybı ve iç organ hasarı gibi kalıcı yan etkiler görülüyor. Bu yöntemle balık yakalamak pek çok ülkede yasak olsa da halen devam ettiği biliniyor. Hatta Nature dergisinde yayımlanan bir makale ile, Avrupa Birliği ülkelerinde deniz süs balığı toptancılarından satın alınan balıkların yüzde 15’inin siyanürle yakalanmış olduğu ortaya kondu.

·     Örneğin; IUCN’in rutin değerlendirmeleri dahilinde 115 farklı ülkeden 353 uzmanla birlikte hazırladığı güncel rapora göre, günümüzde vatoz ve köpekbalıklarının üçte birinin nesli tehlike altında. Ancak tematik akvaryumlarda esaret altına alındıktan sonra ölüm haberleriyle en çok karşılaştığımız türler de bu ikisi. Koruma, rehabilitasyon ve eğitim bunun neresinde?

·     Tematik akvaryumlar ve hobi akvaryumculuğu için yapılan avlanmaların, doğada risk altındaki hayvan popülasyonlarını olumsuz yönde etkilediği sayısız makalede aktarılıyor. IUCN Kırmızı Liste’de gerçekten tehlikede olan, dünyadaki ve Türkiye’deki tematik akvaryumlarda “korunduğu iddia edilerek” tutsak edilen türlere baktığımızda ise, hem global hem de bölgesel düzeyde EN veya CR kategorisinde olan deniz canlılarının karşısındaki en büyük tehditlerin (threats); balıkçılık faaliyetleri (fishing) ve tesadüfi ağa yakalanmanın (bycatch) yanı sıra, hedef gözeterek ticari amaçlarla denizlerden toplanması, yakalanması (harvesting aquatic resources) olduğunu görüyoruz. “Sucul kaynakların toplanması” olarak Türkçeye çevrilebilen bu terim, balıkçılığın yanı sıra, sucul ortamlardan (okyanuslar, denizler, göller, nehirler vb.) canlı organizmaların gıda, ilaç veya ticaret maksadıyla yakalanması veya toplanmasıyla ilgili faaliyetleri ifade ediyor. Hatta “Kritik tehlikede (CR)” kategorisinde listelenen ve akvaryumlarda tutsak edilerek sergilenen bazı türlerin doğadaki popülasyonu neredeyse tamamen tükendiği ve esaret altında üretim yoluyla “stok” oluşturulmaya çalışıldığı için, kasten ya da kazara “melezleştirme” sonucu oluşan “genetik kirlilik” sebebiyle türün bu yöntemlerle tamamen yok olacağı endişesi IUCN tür komitesince hazırlanan çalışmada dile getiriliyor. Yani “koruma” adı altındaki farklı uygulamalar dahi, bir başka yönüyle daha türlere ve nesillerine zarar verebiliyor. 

·     Basel Institute of Governance’ın “Yeşil Yolsuzluk” (Green Corruption) programı dahilinde hazırladığı rapora göre, pet shop endüstrisi kapsamında değerlendirilen hobi akvaryumları ile ticari akvaryumlar ve sualtı hayvanat bahçeleri, uluslararası organize suç çetelerini cezbeden ve akvaryum balıklarının da aralarında olduğu yüksek değerli türlerin ölü veya canlı olarak ticaretinde işbirliğine dönüşebilen, deniz ve okyanuslardan yaban hayvan kaçakçılığını tetikleyen unsurlar arasında gösteriliyor.

·     Akvaryumlarda da bolca sergilenen, Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi’ne göre, insan faaliyetleri ve küresel iklim değişikliği sebebiyle tehlike altındaki mercanlar 1999 ile 2018 yılları arasında dünya genelinde en çok ele geçirilen üçüncü vahşi yaşam grubu. Tüm el koyma vakalarının da %14,6’sını oluşturuyor.

·     Nature dergisinde yayımlanan “Catching Dory” (Dory’i Yakalamak) başlıklı bir başka makale daha, çoğunlukla yerel balıkçılarla işbirliği yapan akvaryum endüstrisinin doğadan canlı yakalamalarına değinerek, “15-20 milyar dolarlık yıllık gelir elde eden bir sektör haline dönüşen akvaryum endüstrisi ve ticaretinin dağınık yapısı, genellikle şeffaf olmayan tedarik zincirleri oluşturduğundan, bu ticaret iyi bir şekilde denetlenmiyor ve düzenlenmiyor. Bu durum, 2300’den fazla farklı deniz canlısını içeren deniz akvaryumu ticareti için özellikle geçerli. Tatlı su akvaryumu türlerinin çoğu esaret altında yetiştirilebilse de, tuzlu su (deniz) balıkları karmaşık üreme döngülerine ve larva gelişim süreçlerine sahip olduğu için, esaret altında üretilmelerini ve yetiştirilmelerini zorlaştırıyor. Bu nedenle genellikle doğadan yakalanıyorlar,” diyor.

·     Yine bir başka araştırma, akvaryumlar için doğadan yapılan yakalamaların doğal popülasyonlar üzerindeki etkisine değiniyor. Hawaii’nin Kona bölgesinde gerçekleştirilen büyük ölçekli bir çalışmada, akvaryumlarca tercih edilen 10 türün popülasyonları ile akvaryumların tercih etmediği balık ve mercan türlerinin popülasyonlarını mercek altına alınıyor. Sonuçlar, incelenen 10 türden 7’sinin akvaryum ticareti için toplanmasının önemli ölçüde doğal popülasyonları etkilediğini gösteriyor. Bu etkilenen türler için yapılan ölçümler, yoğunlukların önemli ölçüde düştüğünü ve toplanmayan kontrol bölgeleriyle karşılaştırıldığında, yoğunluğun %38 ile %75 arasında azaldığını ortaya koyuyor.

·     Dahası NOAA tarafından da işaret edildiği üzere, yine hayvan ticareti ve insan hatası sebebiyle katliam emri verilen bir hayvan türünün yayılmasının ana sebebinin akvaryum endüstrisi olduğunu görüyoruz. Science dergisinde yayımlanan bir röportajda NOAA yetkilisi, Florida kıyılarında yakalanan ilk aslan balığı örneğinin 1985’te kaydedildiğini söylüyor ve akvaryum endüstrisindeki kişi veya kişilerce aslan balıklarının veya yumurtalarının doğaya bırakılmasını kaynak gösteriyor. Günümüzde “istilacı tür” olarak tanımlandığı için görüldükleri yerde toplanarak öldürülmeleri istenen, hatta Tarım ve Orman Bakanlığı sayfalarında “halka aslan balığının sevdirmek ve pazarda yerini bulmasını sağlamak adına” proje kapsamında mangalda pişirme etkinlikleri düzenlenen aslan balığı, yine sermayenin ve insan kibrinin kurbanlarından biri haline geliyor.

Kaynak: https://muzir.org/2025/09/27/karanlik-sular-tematik-akvaryum-endustrisinin-anatomisi/