Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

“Suyla ilk haşır neşir olduğum İkizdere’de su, yüzmeyi öğrendiğim Marmara’da oksijen kalmadı…”

Bilal Karataş ile birlikte hazırladığımız Deniz Müzeleri programında bu hafta çok değerli bir konuğumuzu, Prof. Dr. Nesrin Algan’ı ağırladık. Ülkemizde çevre politikaları, iklim siyaseti, denizel çevre ve korumaya dair uluslararası sözleşmeler alanında uzun yıllardır çalışmalar yapan Nesrin Algan Hocamız’ın birikiminden bir kez daha yararlanma fırsatı bulduk.

Bilal Karataş ile birlikte hazırladığımız Deniz Müzeleri programında bu hafta

Prof. Dr. Nesrin Algan, “Kendine ait denizi olan tek ülkeyiz” diyor ve ekliyor: “Suyla ilk haşır neşir olduğum İkizdere’de su, yüzmeyi öğrendiğim Marmara’da oksijen kalmadı…”

Bilal Karataş ile birlikte hazırladığımız Deniz Müzeleri programında bu hafta çok değerli bir konuğumuzu, Prof. Dr. Nesrin Algan’ı ağırladık. Ülkemizde çevre politikaları, iklim siyaseti, denizel çevre ve korumaya dair uluslararası sözleşmeler alanında uzun yıllardır çalışmalar yapan Nesrin Algan Hocamız’ın birikiminden bir kez daha yararlanma fırsatı bulduk.

Ülkemizin Artvin’den Hatay’a kadar çok uzun bir sahil şeridine sahip olduğunu hatırlatan Algan, dünyada Akdeniz’le Karadeniz’i birleştiren tek ülke olduğumuzu, Marmara ve boğazlarıyla birlikte kendine ait, ulusal hükümranlığı altında bir denize sahip olan tek ülke olduğumuzu vurguluyor.

Toplumun denizle ve suyla kurduğu ilişkinin zaman içinde değiştiğini belirten Prof. Dr. Nesrin Algan’ın kişisel yaşamından yola çıkarak anlattıkları, ülkemizin hükümranlığı altında bulunan tek denizimiz olan Marmara’yı zaman içinde nasıl oksijensiz bıraktığımızla yüzleşmemizi sağlıyor:

“Çocukluğumda ilk kez İkizdere’de çağıl çağıl akan bir derede suyla haşır neşir olmuşum. Yüzmeyi ise kısa süre sonra Büyükada’da, Yörük Ali’de öğrendim. Tabi bundan sonra işin psikiyatrik açılımları başlıyor. Çünkü suyla ilk haşır neşir olduğum İkizdere’de de 20 küsür HES var. Su kalmadı. Yüzmeyi öğrendim Marmara’da da oksijen kalmadı. Ve bu bir hastalık yapıyor insanda: ‘Evde olup evi özlemek’ hastalığı. Çünkü bir daha asla o günü bulamayacagınız kaygısı gerçekten çok sarsıcı oluyor.”

Çocukluk yıllarında babasının görevi nedeniyle bulundukları İkizdere’den İstanbul’a ulaşımın deniz yoluyla yapıldığını anlatan Algan, “İkizdere’den İstanbul Heybeliada’ya nasıl gitmişiz? Denizcilik İşletmeleri’nin gemisiyle. Çünkü ulaştırma gemiyle yapılırdı. İstanbul’la bizim bütün bağlantımız gemilerle olurdu. Öyle Titanik vari bir yolculuktan bahsetmiyorum. Orta ve düşük gelirli grubunun belli standartlarda ve sağlıklı biçimde seyahat edebildiği, iki günlük bir seferden bahsediyorum” diye özetliyor, deniz ulaşımına sırtımızı dönmemizi.

Karadaki varlığımızı sürdürebilmemizin, denizdeki varlığımızı sürdürebilmemize bağlı olduğunu hepimize bir kez daha anımsatan değerli Nesrin Algan Hocam ile tutkunu olduğu mavi renginin tarihiyle Akdeniz’e, koruma çabalarından bu konudaki toplumsal iletişime, biyoçeşitlilikten kıyı kullanımıma; denizlerimize dair birçok konuda verimli bir söyleşi yaptık. Kendi adıma denizlerimize dair bilgilerimi bir kez daha temize çekerken yeni bilgiler de öğrendim. Umarım sizler için de öyle olur. İyi seyirler diliyorum:

Dr. Elif Özgür

Deniz Müzeleri, 8. Bölüm. Prof. Dr. Nesrin ALGAN